Assalamu Aleykum Werahmatullahi Wabareketuhu

2 Şubat 2011 Çarşamba

Akide’nin Tanımı

Akide’nin Tanımı


Sözlük anlamı: Bu kelime rabtetmek, bağlamak, sağlamlaştırmak, iyice bağlamak, güçlü bir şekilde bağlamak, birbirine kenetleme k, birbirine sıkı sıkıya kaynaşmak ve tesbit etmek demek olan "akd"den gelmekted ir. Yakîn (kesin bilgi) ve cezm (kesin kararlılık) da bu anlamdadır.


Akd, aynı zamanda çözmenin zıttıdır. Mesela ukdetu’l-yemin ile ukdetu’l-nikâh (yemin etmek, nikâh akdi) de buradan gelmekted ir. Nitekim yüce Allah da şöyle buyurmakt adır: “Allah sizi yeminleri nizdeki lağivden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat bağlamış olduğunuz yeminleri nizden sorumlu tutar.” (el-Maide, 5/89)


“Akîde: İtikat eden kimse nezdinde şüphe sözkonusu olmayan hüküm demektir. Dinde akide ise –amelin dışında kalan- ve kendisine itikad edilen (inanılan) şey demektir. Yüce Allah’ın varlığına, rasulleri n O’nun tarafından gönderildiğine itikad etmek gibi. Çoğulu ise: Akaid diye gelir.”


Özetle insanın kalbinden kesin olarak kabul ettiği şey ister hak, ister batıl olsun akidedir.




Terim olarak:


Kalbin doğrulaması, nefsin huzur ile kabul etmesi gereken hususlardır, ta ki bunlar en ufak bir şüphenin yer almadığı, herhangi bir tereddüdün karışmadığı sapasağlam kesin bir yakîn olabilsin .


Ya da akide, kişinin, hiçbir şekilde şüphe ve tereddüt sözkonusu olmaksızın kesin olarak inanması demektir. Ayrıca akidenin gerçeğe uyğun olması da gerekir. Herhangi bir şüphe ve zannı da kabil değildir. Eğer bilgi kesin bir inanç (yakîn) derecesin e ulaşmayacak olursa, ona akide denilemez .


Akide’ye bu adın veriliş sebebi ise insanın bu inanç üzerine adeta kalbini düğümlemiş olmasından dolayıdır.


İslam Akidesi ise Yüce Allah’a, Melekleri ne, Kitablarına, Rasulleri ne, Ahiret Gününe, Hayrı ile Şerri ile Kadere, Gaybe Dair Sabit Olmuş Diğer Hususlard a, Dinin Esaslarına, Selef-i Salih’in Üzerinde İcma Etmiş Olduğu Hususlard a Kesin Olarak İnanmak ve Emir, Hüküm ve İtaat Hususunda Yüce Allah’a Tam Teslimiye t, Rasulüne de Tabi Olmaktır.


İslam akidesi mutlak olarak kullanıldığı takdirde, ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in akidesi anlaşılır. Çünkü Allah’ın kulları için din olarak, beğenip, seçtiği İslam odur. Ashab, tabiîn ve onlara güzel bir şekilde tabi olanların oluşturduğu fazilet sahibi üç neslin kabul ettiği akide de budur.


İslam akidesini n ehl-i sünnet ve’l-cemaat tarafından kabul edilmiş, onunla eş anlamlı ve ona delalet eden başka birtakım isimleri daha vardır: Tevhid, sünnet, usullu’d-din, el-fıkhu’l ekber, şeriat ve iman bunların bazılarıdır.


Ehl-i sünnet’in akide ilmi hakkında kullandıkları en ünlü tabirler bunlardır.


(Bk. Nasır b. Abdu'l- Kerim el- Akl, Mebahisu fi Akideti Ehl-i Sünneti ve'l- Cemaati ve Mevkıfi'l- Harekati'l- İslamiyyeti'l- Muhasirat i minha; Dr. Ömer Süleyman el- Aşkar, el- Akidetu fillahi).






SELEF’İN TANIMI


Sözlük anlamı: Selef geçen, önceden geçip giden demektir. Aynı zamanda önceden geçip giden demektir. Aynı zamanda önceden geçip gitmiş cemaat yahut yaşayışları itibariyl e ya da yürüyüşlerinde önden giden topluluk anlamındadır.


Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Niyahet onlar bizi gazablandırınca, kendileri nden intikam aldık. Hemen onları topluca suda boğduk. Böylece onları sonra gelenler için bir selef (geçmiş topluluk) ve bir örnek kıldık." (ez-Zuhruf, 43/55-56)


Yani onların amelleri gibi amelde bulunanla rdan önce geçmiş selef kıldık. Bu ise onlardan sonra gelenler, onlardan ibret alsınlar ve başkları onların bu durumlarından öğüt alsın diyedir.


Selef: “Yaş ve fazilet itibariyl e kişiden daha ileri mertebede bulunan, ondan önce gelip geçmiş ataları ve akrabaları demektir… İşte bundan dolayı tabiîlerin ilk nesline de selef-i salih adı verilmiştir.”






Terim olarak tanımına gelince:


İtikad alimleri tarafından 'selef' lafzı mutlak olarak kullanıldığı takdirde ashab yahut ashab ve tabiîn yahut ashab, tabiîn ve onlara uyan, imamlıkları, faziletle ri, sünnete uyuşları, bu husutaki önderlikleri, bid’atten sakınmak ve ondan çekinmek özellikleri kabul edilmiş önder imamlar arasından onlara uyan ile imam oldukları dindeki durumlarının önemi hususunda da ümmetin ittfak ettiği kimseler kastedili r. Bundan dolayı ilk nesle ‘selef-i salih’ denilmiştir.


Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygamber e karşı gelir, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir!" (en-Nisa, 4/115)


Yine yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "İleriye geçen muhacir ve ensar ile onlara güzellikle uyanlarda n Allah razı olmuştur. Onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. Bunlar için orada ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu en büyük kurtuluştur." (et-Tevbe, 9/100)


Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: “İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler.” (Buharî ve Müslim)


Resululla h -sallallahu aleyhi ve sellem- ile ashab’ı ve onlara güzel bir şekilde uyanlar bu ümmetin selefidir ler. Resululla h -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ashabının ve onlara güzel bir şekilde uyanların davet ettiği şeyin benzirine davet eden herkes de selef’in yolu üzerindedir.


Bu konuda bir zaman sınırlamasına gitmek şart değildir. Aksine şart, akide, ahkâm ve yaşayış itibariyl e kitab ve sünnete selef’in anlayışı ile uygunlukt ur. Kitab ve sünnete uygun düşen herkes selef’e tabi olan kimselerd endir. İsterse zaman ve mekân itibariyl e kişi ile onlar arasında bir uzaklık bulunsun. Onlara muhalefet eden ise onlar arasında yaşamış olsa dahi onlardan değildir.


Selef-i salih’in önderi Resululla h -sallallahu aleyhi ve sellem-’dır. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Muhammed Allah'ın Rasulüdür. Onunla birlikte olanlar kafirlere karşı sert ve katı, kendi aralarında merhametl idirler. Sen onları rüku ediciler ve secde ediciler, Allah'tan bir lütüf ve rıza isteyenle r olarak görürsün. Secde izinden nişanları yüzlerindedir." (el-Feth, 48/29)


Yüce Allah kendisine itaat ile Rasulüne itaati bir arada söz konusu etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve Rasulüne itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendileri ne nimetler verdiği peygamber ler, sıddıklar, şehidler ve salihlerl e birlikted irler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!" (en-Nisa, 4/69)


Yine yüce Allah Rasulüne itaati kendisine itaat olarak değerlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Peygamber e itaat eden gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, zaten biz seni onların üzerine bir koruyucu göndermedik." (en-Nisa, 4/80)


Yüce Allah Rasule itaat etmemenin amelleri iptal edip, boşa çıkartacağını haber vermek üzere şöyle buyurmakt adır: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasule itaat edin, amellerin izi de boşa çıkarmayın." (Muhammed, 47/33)


Yine yüce Rabbimiz bize peygamber inin emrine muhalefet etmeyi yasaklaya rak şöyle buyurmakt adır: "Kim de Allah'a ve Rasulüne isyan eder, sınırlarını aşarsa, onu da orada ebedi kalmak üzere bir ateşe koyar. Üstelik onun için küçültücü bir azab da vardır." (en-Nisa, 4/14)


Yüce Allah bizlere peygamber inin bize emrettiğini alıp, bize yasakladığı şeyleri terketmem izi de emretmekt edir: "Hem peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının. Allah'tan korkun çünkü Allah azabı çok çetin olandır." (el-Haşr, 7/59)


Ayrıca yüce Allah bizlere Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’i hayatımızın bütün hususlarında hakem kılmayı ve onun hükmüne başvurmayı emretmekt e ve şöyle buyurmakt adır:


"Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolyı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiye tle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (en-Nisa, 4/65)


Yüce Allah bizlere Peygamber inin en mükemmel, en güzel ve uyulacak en mükemmel şahsiyet olduğunu bildirmiştir. Kendisine uyulması ve izinden gidilmesi gereken odur. İşte yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Andolsun ki sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü ümit eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için Rasululla hta güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21) Yüce Allah kendi rızasını, Rasulünün rızası ile birlikte zikredere k şöyle buyurmakt adır: "Halbuki daha doğru olan Allah'ı ve Rasulünü hoşnut etmelerid ir. Eğer mü'min iseler." (et-Tevbe, 9/62)


Yüce Allah Rasulünün peşinden gitmeyi, kendisini n sevgisine mazhar olmanın alameti olarak değerlendirmiştir: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsa nız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah günahları bağışlayandır, rahimdir." (Al-i imran, 3/31)


İşte bundan dolayı selef-i salih herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştükleri vakit başvurdukları kaynak Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünneti idi. Tıpkı yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu olduğu gibi: "Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Rasulüne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyl e daha güzeldir." (en-Nisa, 4/59)


Rasululla h -sallallahu aleyhi ve sellem-’den sonra selef’in en faziletli leri elbetteki dinlerini ondan samimiyet ve ihlas ile öğrenmiş bulunan ashab-ı kiram’dır. Nitekim yüce Allah aziz kitabı Kur’an-ı Kerim’de onları şöylece nitelendi rmektedir : "Mü'minler arasında Allah'a verdikler i sözde içtenlikle sebat eden nice yiğitler vardır. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi, kimisi de beklemekt edir. Onlar hiçbir şeyi değiştirmemişlerdir." (el-Azhab, 33/23)


Daha sonra da Rasululla h -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın hakkında şöyle buyurduğu faziletli kılınan ilk nesiller arasında onların peşinden gelenler gelir: "İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenler." (Buharî ve Müslim)


Bundan dolayı ashaba ve tabiîne uymak başkalarına göre daha uygundur. Buna sebep ise imanlarındaki sadakatle ri, ibadetler indeki ihlaslarıdır. Onlar akidenin koruyucul arı, şeriatın bekçileridir. Gereğince söz ve davranışlarıyla amel edenlerdi r. Bundan dolayı yüce Allah dinini yaymak, Peygamber inin sünnetini tebliğ etmek için onları seçmiştir.


Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi ateşdedir, bir tanesi müstesna." O kimlerdir, ey Allah'ın Rasulü? diye sordular. O da: "Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yol üzere olanlardır." diye buyurdu. (el-Elbani, Sahih-u Süneni't-Tirmizi.)


Sonraki asırlarda selef-i salihe uyan ve onların yollarını izleyen kimseye de hem onlara nisbet etmek, hem de böyle bir kimse ile selef’in yoluna muhalefet ederek onların yolundan başkasına uyanlarda n ayırdetmek maksadıyla 'selefi' denilir.


Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygamber e karşı gelir, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir!" (en-Nisa, 4/115)


Her müslüman onlara mensub olmaktan sadece iftihar eder.


“Selefîlik (es-selefiye)” lafzı artık İslam’ı algılamak, anlamak ve uygulamak hususunda selef’i salih’in izlediği yolun özel ismi haline gelmiştir. Buna göre selefilik kavramı Allah’ın kitabına ve Rasululla h -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın sünneti diye sabit olan hususlard a selef’in anlayışına uygun olarak, tam anlamıyla sımsıkı sarılan kimseler hakkında kullanılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder