Assalamu Aleykum Werahmatullahi Wabareketuhu

2 Şubat 2011 Çarşamba

DELİLSİZ HAREKET

DELİLSİZ HAREKET

İslam toplumunu n içerisinde bulunduğu en büyük bela ve musibetle rden biriside “Delilsiz, körü körüne hareket” etmektir.

Kitap ve sünnetin kınayarak reddettiği tüm cahiliyye toplumlarını cehalet ve dalalete sürüklenmemelerindeki tek şey, tek sebep, yine bu toplumların “Delilsiz, körü körüne hareket” etmelerid ir.

Gerek geçmiş cahiliyel erin gerek günümüz cahiliyes inin içinde bulunduğu bu bela ve musibet, öyle kök salmış ki içimize, artık Kitap ve Sünnetin açık ve kesin nasları karşısında vurdum duymaz hale gelmişiz. Nasıl ki Allah Resulü S.A.V. kendi heva ve arzularına göre din yaşayan Mekkelile ri Kitap ve Sünnete davet ettiğinde onu yalanlama ları sadece atalarını körü körüne taklit etmeleri yüzünden olmuştur, aynı şekilde günümüzde de Kitap ve Sünnete davet olunan bir çok insan, Ata ve dedelerin den devraldıkları dini inanç ve ameller yüzünde davet olundukla rı şeyi yalanlama ktadırlar.

Ataları körü körüne taklit etmenin ilk safhası, babadan oğula geçen din ve dini inançlardır. Bu inanç ve amellere sıkı sıkıya bağlı kalmaları, sadece babaları ve dedeleri öyle yaptıklarında dolayıdır. Bu hususta kesin delil kullanıp, baba ve dedelerin iyimi yoksa kötümü yaptıkları asla araştırılmamıştır.

Kur’an ve Sünnetin, bu tip hareketle ri kınayarak reddettiği mesajlar bir hayli çoktur. Bunlardan bir kaçında Allah’u Azze ve Celle şöyle buyuruyor:

“(Ey muhammed) Senden öncede biz bir ülkeye her hangi bir uyarıcı gönderdiğimizde, oranı şımarık varlıklıları “Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, bizde onların izlerini izlemekte yiz” derlerdi.

Gönderilen uyarıcı: “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isemde mi bana uymazsınız?” derdi. Onlar: “doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz” derlerdi.” (ZUHRUF 23.24.)

“Onlara, gelin Allah’ın indirdiği Kitaba ve Peygamber e uyun denildiğinde, “Atalarımızın üzerinde bulunduğu yol bize yeter” derler.

Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler .” (MAİDE 104)

“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” dense, Hayır, biz atalarımızın üzerinde bulunduğu şeye uyarız ve onların yolundan gideriz” derler. Şeytan onları alevli azabın ateşine çağırsada mı?” (LOKMAN 21)

“Birde şöyle demişlerdi: “Biz atalarımızı bir dün üzerinde bulduk, şimdi onların izeri üzerinde gitmektey iz.” (ZUHRUF 22)

Görüldüğü gibi, sırf alışageldiği inanç ve amellerin i terketmem ek için baba ve atalarının dinine tabi olan ve uyulması gereken hakkı terk eden kişinin tutumu, Allah c.c.’nın ayetlerin de kınadığı bir tutumdur.

Oysa ki İslam’ın asıl metodu, bir haber veya bir hadise hakkında kesin hükme varmadan önce ciddi bir araştırma yapmaktır. Bu metod, akıllı ve şuurlu bir Müslüman’ın şiarıdır. Böyle bir insan İslam’a ati bütün haber hadiseler i araştırarak, kaynağına inip doğru olanı, hak olanı alması ve başkalarına anlatırken de doğru olanı, hak olanı anlatması gerekir. Bu şekilde hareket edildiği zaman İslam, bidatlard an, hurafe ve batıl olan bütün şeylerden uzak kalmış olur. Hüküm ve icraat sahasında zan ve şüphe asla rol oynayamaz .

İnsan oğlu tüm azaları ile Allah’a karşı sorumludu r. Göz gördüğünden, kulak işittiğinden, el yaptığından, dil konuştuğundan, kalp de kendin düşenden sorumludu r. O halde şuurlu bir insan görmediği, duymadığı, şuuruna varmadığı bir meselenin veya hakkında kesin delil edinmediği bir inanç ve amelin ardına düşmesi ve o mesele hakkında kat’i bir söz söylemesi nasıl caiz olabilir ki?

Mevzunun bu kısmı ile alakalı bir ayeti kerimesin de Allah’u Azze ve Celle şöyle buyuruyor:

“Hakkında bir şey bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi yaptığından sorumludu r.” (İSRA 36.Ay)

Ve yine, Delille hareket edenle, delilsiz hareket edeni birbirind en ayırarak, delille hareket edenin istikamet sahibi olduğunu, delilsiz hareket edenlerin ise heva ve hevesleri ne uyan sapık kimseler olduklarını bir çok ayeti kerimesin de açıklamıştır Allah’u Azze ve Celle. Buyuruyor ki:

“...Allah’tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (KASAK 50 Ay)

“Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine süslendirilen ve keyifleri ne uyan gibi olur mu?..” (MUHAMMED 14)

“Kendileri e gelmiş hiçbir delil olmadan Allah’ın ayetleri üzerinde tartışanlar yok mu, onların göğüslerinde hiçbir zaman erişemeyecekleri bir büyüklükten başka bir şey yoktur.” (MÜ’MİN 56)

“Onlar ki, kendileri ne gelmiş bir delil olmadan, Allah’ın Ayetleri üzerinde tartışırlar. Gerek Allah’ın yanında, gerek mü’minler arasında bu, en büyük bir kızgınlık doğurur. Allah her kibirli zorbanın kalbini mühürler.” (MÜ’MİN 35)

Görülüyor ki insan, ya delili bulunan bir yol üzerindedir. Ya da delili bulunmaya n ve gidişatının kendisine süslü gösterildiği bir yol üzerindedir. Bu inanan ve inanmayan ların içinde bulunduğu bir durumdur.

O halde insanın elinde sağlıklı bir delili yoksa, ne gidişatının akla ve mantığa uygunluğu, nede kendisine hoş ve süslü görünmesi geçerli bir kural değildir. Geçerli olan o meselenin “Kur’a ve Sünnet” çizgisinde olmasıdır.

İslami sınırlar içerisindedir denilen bütün inanç ve ameller geçerliliğini koruya bilmesi için, Kur’an ve Sünnet çizgisinde olma mecburiye tindedir. Bunun dışında kalan şeyler ise, ta tahmini faraziyel erdir ya da zanna dayalı olan şeylerdir ki, bunların da ne derece geçerli olup olmadığını Allah ve Resulü şöyle beyan ediyor:

“Onların çoğu zandan başka bir şeye tabi olmamakta dırlar. Oysa zan, haktan hiçbir şey ifade etmez. Allah, onların yaptıklarına elbette hakkıyla vakıftır.” (YUNUS 36)

“Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Zira onlar, zandan başka bir şeye uymuyorla r. Ve dolayısıyla sadece saçmalıyorlar.” (EN’AM 116)

“Halbuki onları bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna tabi oluyorlar; zan ise haktan, haktan hiçbir şey ifade etmez.” (NECM 28)

“...Allah Resulü S.A.V. şöyle buyurdu: Sizleri zandan sakındırırım. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır...” (BUHARİ 13 C.6048.S.)

Görüldüğü gibi zan, gerçekle alakası olmayan sözlerin en yalanı olarak nitelendi riliyor. Ve ayrı bir hususta, Ayeti kerimeler de zikredild iği gibi, çoğunluğun geçerli bir kaide olmadığı vurgulana rak, yeryüzündeki insanların çoğunun zanna tabi oldukları ve dolayısıyla saçmaladıkları bildirili yor.

Şüphesiz ki Allah ve Resûlü, “zanna tabi olmayı” zandan uzak durun, onun hakikatle alakası yoktur” buyururke n, bununla insanları asıl kaynağa davet etmekte ve sadece:

“...Rabbin izden size indirilen e uyun.. (Bunun dışındakilere uymayın)...” (ZÜMER 55)

hakikatin i vurgulama ktadır.

Artık bunun haricide ise, insan delilsiz körü körüne hareket etmesine rağmen, şeytanın o yolu kendisine süslü gösterip kendisini n doğru yolda olduğunu fısıldaması kalır. Ki , bunu Allah’u Azze ve Celle şu ayeti kerimesin de her akli selimin anlayabil eceği şeklide beyan buyurmuştur.

“Kim O Rahmanın zikrine (yani Kur’anına ve Sünnetine) göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz de artık onun ayrılmaz arkadaşı olur. O şeytanlar onları doğru yoldan çıkardıkları halde, onlar hala kendileri nin doğru yolda olduklarını zannederl er.” (ZUHRUF 36-37)

Ve yine unutmayalım ki, vahdeti engelleye n marazların ve ortaya çıkan çarpık yolların en büyük sebebi, “Yine delilsiz ve körü körüne harekette n” kaynaklan maktadır. Samimi olduklarına hüsnü zan ettiğimiz bu tip toplum ve fertlerin in, muhakkak kendileri ne has bir değer ölçüleri vardır. Ve bunlarında mutlak doğruluğuna inanırlar. Dolayısıyla, bu tip toplumlar tarafından empoze edilen bu değer ölçülerini benimseye n kimseleri n sapmamala rı

mümkün değildir.

Kendileri ne Alim, Üstaz, Şeyh, Abi ve Hoca denilen bir çok kimsenin içinde bulunduğu bu çarpıklık, İslami bir dava içi cahili değer ölçülerine göre güçlenmeye çalışmalarından kaynaklan maktadır.

Cahili değer ölçülerine göre belirlene n güç ve kuvvet anlayışını bilerek veya bilmeyere k kabullene n bir çok grup, bu kabullenm eleri ile tevhidi yoldan sapmışlardır. Çünkü islamı hakim kılmak için güçlenmeyi kaçınılmaz gören bu kimseler, benimsedi kleri cahili değer ölçülerine göre güçlenmeye çalışmaktalar ve bu nedenle tağuti kurum ve makamlara, kapitalis t ekonomiye ve keyfiyets iz insan kalabalıklarına talip olmaktadırlar.

Tabi ki bu cahili hedeflere varabilme k için kaçınılmaz olarak cahili yol ve yöntemlere baş vurulmakt a ve niyetleri islâm olan bir çok müslüman’ın mal ve mesaisi bu gibi gayri islâm’i yollarda kullanılmaktadır.

Gayri islâm’i yollarda bulunmala rına rağmen iyi niyet taşıyan bu insanların durumu nedir? Acaba sahip oldukları iyi niyet, bu insanları kurtarır mı?

Tabi ki bu sorunun cevaplana bilmesi için, islam’da niyetin yeri ve konumunu, hangi durumlard a geçerli olup olmadığını iyi bilmemiz gerekir.

Biz bunların durumunu izaha geçmeden önce,”niyet” kavramının tarifini yapmayı uyun görüyoruz.

“NİYET” : Yapılacak her hangi bir eylemin keyfiyeti ile zihni meşgul etmektir.

“NİYET” : Yapılan her hangi bir amelde kastedile n şey veya gözetilen maksat, gaye, murat anlamına gelen kalbi bir yöneliştir.

İslâm’da niyetin önemi, işlenen ameller üzerindeki tesirinde n kaynaklan maktadır. İslâma ait bir amel, bozuk bir niyetle işlendiği zaman isyana dönüşebilmektedir. Namaz, Zekat, Oruç, Hacc , Cihat gibi islâmi amelleri yerine getirmeye çalışan bir insan, bu amelleri halis bir niyetle (Yani sırf Allah için) yapmıyorsa, işlediği bu amellerin her hangi bir faydasını göremeyecektir.

Resululla h S.A.V’in yanında ve onunla birlikte savaşmak gibi yüce bir ameli yerine getirmesi ne rağmen niyeti, Medine,deki hurmalıklarını korumak olan kişinin öldürülüp cehenneme yuvarlanm ası buna bir örnektir.

Ve yine, Resululla h S.A.V ve Abhabı ile birlikte hicret gibi güzel bir ameli yerine getirmesi ne rağmen niyeti, Medine’ye kendinden önce giden kadına kavuşmak olan kişinin Allah ve Resulü tarafından kınanması ve Hicretini n de Allah’a ve Resulüne değil, o kadına olması yine buna bir örnektir.

Bu kişiler görünüşte büyük bir fedakârlıkla savaşıp hicret etmelerin e rağmen niyetleri, Allah ve Resulü için değil de Medine deki hurmalık ve kadın olduğu için bu ammelerin in karşılığını görememişlerdir. (Yani Allah katında bir değer taşımamıştır)

(MÜSLİM. 6.C. 1907. N. )



Aynı şekilde, sahih bir amelin halis bir niyet olmadan kabul edilmediği gibi, halis bir niyetle yapılan amellerde, sünnete uymadığı müddetçe kabul edilmeyec ektir. Bu konuda Allah Resulü S.A.V şöyle buyuruyor:

“...Her kim bizim emrimize uymayan bir amel işlerse, onun o ameli ret olunur. (Kabul olmaz)

(MÜSLİM. 5.C. 1718 )

O halde bütün inanıyorum diyenleri n bu önemli noktayı kavramala rı ve her konuda olduğu gibi bu konuda da “Kitap ve Sünneti” örnek almaları gerekir. Yaşadığımız çağın “ deliksiz körü körüne hareket eden “ müslümanları böylesi bir şuura şiddetle ihtiyaçları vardır.

Çünkü değişik islâm anlayışlarının bulunduğu bir çok toplumlar da bu değişik anlayışlardın hareket ederek farklı grup ve ekollere bölünen müslümanların ortak bir yönleri vardır. Bu ortak yön, hepsinin dillerind e dolaşan: “Niyetimiz islâm’ı yaşamaktır “ sloganıdır.

Her hangi bir müslümanı çarpık bir yolda veya gayri islâm’i bir çalışmadı gördüğünüz zaman onu ikaz etmeye cesaret gösteremezsiniz. Çünkü söyleyeceği ilk söz, sizin konuşmaya başladığınız andan itibaren onda hazır beklemekt edir. Oda:

“Ameller niyetlere göredir ve bizim niyetimiz islâm’dır. “

Bu söz, temiz akıl sahibi ve şuurlu bir müslümanın söylerken düşünmesi ve içinde bulunduğu duruma bakarak belki de utanması gereken bir sözdür. “ Niyetimiz islam’dan başka bir şey değildir “ diyen biz müslümanlar, Acaba islam insanlara niyet olarak sunulan bir görüş mü yoksa , “ Kitap ve Sünnete “ göre yaşanan bir hayat nizamımı, bunu iyi araştırmamız grekir.

Peygamber lerin Allah’ın selamı üzerlerine olsun gönderiliş gayesi sadee insanların niyetleri ni değiştirmek değil, aynı zaman da bu insanların içinde bulundukl arı yolu, yaşam tarzlarını, amellerin i değiştirmek içindir de.

İnsanların sadece iyi niyete sahip olmaları yeterli olsaydı, Allah’ı razı etmek istemeler ine rağmen sapıklığa düşen Ehli Kitaba veya, Kendi elleriyle ilahlaştırdıklarına saygı ve tazimde bulunurla rken :

“Biz bunlara ibadet etmiyoruz . Biz bunlara, bizi daha çok Allah’a yaklaştırsınlar diye vasıta ediniyoru z...”

(ZÜMER. 3. )



diyen müşriklere peygamber gönderilmezdi.

Körü körüne delilsiz hareket ederek gayri islam’i yollarda ömürlerini tüketirlerken, etrafındaki insanlara: “Bizim niyetimiz islam’dır “ diyen kimseleri n bir gün öleceklerini tefekkür etmeleri gerekir.

Hepinizin de bildiği gibi dünya hayatı, imtihan hayatıdır. Bu ilahi imtihan ise,” Allah’a itaat ve isyanla “ alakalıdır. (Yani, amelle alakalıdır)

Allah’u Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

“ O hanginizi n daha güzel amel işleyeceğini denemek için Ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayadır.”

(MÜLK.2. Ay. )



İyi niyetli olduğunu iddia edipte kendisine, “sadece iyi niyet insana fayda vermez “ diye anlattığımız bu tip insanlar hala aynı şeyde ısrar ederlerse, kusura bakmasınlar, bu niyetleri ne hiçbir zaman kavuşamayacaklardır. Niyeti Erzurum’a gitmek olan kimsenin yöneleceği yol, Erzurum yolu olmalıdır. Niyeti Kâbe’ye gitmek olan kimsenin yöneleceği yol, Kâbe yolu olmalıdır.

Niyetleri Allah rızası olan kimseleri n yönelecekleri yol, Allah’u Azze ve Celle’nin “ Kitap ve Sünnette” tarif ettiği yol olmalı.

İşte şuurlu bir müslüman bu noktada durmalı ve düşünmelidir. Allah’ın rızasına varabilme m için, Onun razı olduğu ve Resulünün tarif edip yaşadığı o yolu bulmalıyım, bunu kendime dert edinmeliy im, demelidir .

Artık bu dertle uykuları kaçmalı, delilsiz körü körüne hareket etmeyi bırakıp bu dertle samimi bir arayışa geçmelidir.

Nasıl ki her hangi bir işten atıldığı zaman üç-beş günlük nafakası için endişeleniyor ve kapı kapı gezip dolaşıyorsa , Aynı şekilde, hatta daha fazla, ebedi hayatı için telaşa kapılmalı ve endişe etmelidir insan.

Bilmelidi r sadece iyi niyetin insanı kurtarmay acağını, Bilmelidi r bazı öncülerin sözleri ile hareket edipte aldatılmış ise, (Kitap ve Sünnetin çizdiği yoldan saptırılmış ise ) aldatıcı ile beraber cehenneme gireceğini,
İdrak etmelidir hangi yolda olduğunu ,Doğru yolda olduğuna inanmakta n ve hocasına, abisine iyi niyetle teslim olmaktan öte, doğru yolda olduğunu idrak etmelidir .

Bu bilinçle bulunmalıdır o yolda , bu bilinçle davet etmelidir yoluna ve bu bilinçle savunmalıdır yolunu. Savunduğu davaya yöneltilen “ Kitap ve Sünnet” çizgisindeki eleştirileri can kulağı ile dinlemeli ve herkese açık olmalıdır. “Kitap ve Sünneti” zıddına tespit edilen inanç ve amelleri terk edip, yiğitçe doğru olana, hak olana teslim olmalıdır.



Unutulmam alı “Kur-an ve Sünnet” in insanları tek bir yola davet ettiği, Unutulmam alı Allah Resulü S.A.V in : “ Bu ümmet yetmiş üç parçaya bölünecek” bir hak yetmiş ikisinin batıl ve cehenneml ik olacaktır” hadisi. Ve en önemlisi , unutulmam alı kurtulan toplumun “ Kur-an ve Sünnet çizgisinde bulunan toplum (cemaat) olduğu.

Hele hele şurası hiç unutulmam alı ki , insanlar birer beşerdirler, hatada edebilirl er, isabette edebilirl er. Her insan yolunu benimser ve her insan sadece kendi gittiği yolun doğruluğuna inanır. Ama unutulmam alıdır ki doğru yol bir tanedir.

Biz, bir çok insanın dediği gibi: “Hedef ana yol, biz gruplar ise, ana yola giden tali yollardır” diyip geçemeyiz. Biz Allah Resulü S.A.V in şu hadisinde buyurduğu gibi, tek yolun varlığına inanırız.

“...Abdull ah ibn. Mes’ud R.A dan ; Resullah S.A.V bir gün ashabı ile otururlar ken, yere bir çizgi çizerek “ Bu Allah’ın yoludur” sağına soluna çizerek bunlarda ayrı yollar olup, her birinin başında bir şeytan oturup onları çağırmaktadır “ buyurdu. Ve ondan sonra: “ İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona tabi olun , başka yollara tabi olmayın ki, sizi onun yolundan ayırmasın,” ayeti kerimesin i okudu.”

(A. İBN HANBEL. 1.435. 465.)

( DARİMİ. 1.C.208 ....)

Burada görülüyor ki Allah-u Azze ve Celle ‘nin tek yolu vardır ve bu yolun en güzel tarifini de Allah Resulü S.A.V yapmıştır. Bir başkasının ayrı ayrı yollar vardır, nede birbirine zıt her hangi bir nass ve hüküm vardır. Dolayısıyla ortada dönen, veya görülen çarpık yollar ve zıtlıklar hiçbir zaman İslâm’ın değil, insanların şahsi yorum ve anlayışlarıdır.

Dini delilsiz körü körüne yaşayan bütün inananların hali her zaman aynı olmuştur. Sonuçta her zaman dinlerini param parça edip gruplara ayrılmışlar ve mutlak doğru, her grup kendini görerek diğerlerini dalaletle suçlamışlardır. Hatta daha ileri giderek birbirler ini tekfir etmişlerdir.

Tüm bunların sonucu ise,” Kendileri nin bu hale gelmeleri ne sebep olan önderlerini, Allah’tan gayrı ilahlar ve Rab’ler edinmişlerdir Çünkü Ehli kitap, aynı hal ve hareketle rin sonucu olarak Allah nazarında bu hükmü giymişti.

Buyuruyor ki Alllah’u Azze ve Celle:



“... Onlar hahamlarını ve rahipleri ni ( Yani din adamlarını) Allah’tan gayrı Rab’lar edindiler ....”

( TEVBE. 31.Ayet )

Bu ayeti kerimenin tefsirind e şöyle buyruluyo r :

“...Adiy İbn. Hatem R.A’dan : Kendisine İslâm daveti ulaşınca Şam’a kaçmış ve Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuştu. Allah Resulü S.A.V Adiy İbn. Hatem’in kız kardeşine hediyeler verip ihsanda bulunarak, kardeşinin geldiği zaman kendisini n yanına getirilme si için teşvik etmişti.

Nihayet Adiy Medine’ye geldi , onun gelişini haber verdiler. Ve boynunda gümüş bir haçla Allah Resulü’nün yanın girdi. Allah Resulü S.A.V ona “Şıl” ayeti kerimeyi okudu.

“ Onlar hahamlarını ve rahipleri ni ( Yani din adamlarını) Allah’tan gayri rabb’ler edindiler ...” (TEVBE.31. )

Bunun üzerine Adiy İbn Hatem; “ Onlar hahamlarına ve rahipleri ne ibadet etmiyorla rdı ki “ dedi. Allah Resulü S.A.V şöyle buyurdu: “ Ya Adiy! Onların dedikleri ne uymadılar mı ? Onlar helalı Haram, Haramı Helal yaptıklarına onların bu dedikleri ni kabul etmediler mi? Adiy eve deyince, Resululla h S.A.V :

İşte onların Hahamlarına rahipleri ne ibadetler i budur. Ve işte onların Hahamlarını ve Rahipleri ni Rab’ler edinmeler i böyle olmuştur”

(TİRMİZİ: 5.C. 3292. No. )

(İBN KESİR : 7.C.3454. Say.)

(A.İBN HANBEL : )

Görülüyor ki , Allah’ın dinini yaşamak isteyen insanlar Alimlerin i, Hocalarını, üstatlarını delilsiz körü körüne taklit etmeleri neticesi başlarına, Doğru yoldan sapma” ve “

Allah’tan gayrı Rab ve İlahlar edinme “ gibi belalar getirmekt edir.

Ama bu demek değildir ki, insanlar dinini yaşamada Alimlere, Hocalara ihtiyaçları olmaz. Hepinizin de bildiği gibi: “Alimler Peygamber lerin varisleri dirler” sözü Allah Resulü’nün sözüdür.

(EBU DAVUD. 4. C. 3641 )

Burada ki anlatılmak istenen incelik; “Dinini yaşamaya çalışan insanların Alimlerin i, Hocalarını, Şeyh ve Ağabeylerini dinlerken, onların ağızlarından her çıkanı hak olduğunu peşinen kabullenm eden önce, ya iyi bir araştırmaları gerekir, yada anlatan kim olarsa olsun anlatılanın delilini istemeler i gerekir. Böyle Şer-i bir metotla hareket etmek insanların hem sıhhatli bir din yaşamalarına vesile olacak, hem de birlik ve beraberli k sağlanacaktır.

Herkesind e yakinen bildiği gibi, Müslümanlar arasındaki bu yaygın hastalık ( Yani Gruplaşmalar ve ayrılıklar ) inanıyorum diyenleri n başlarına büyük bir bela olmuştur. Bunların müsebbibi olan şeytan ve avaneleri arzularına ulaşabilmek için inananları parçalamayı, çeşitli grup ve ekollere bölmeyi kaçınılmaz görerek sistemli bir çalışmaya girmişler ve neticede bu arzularına kavuşmuşlardır.

Ama unutulmam alıdır ki bu başarı bir tarafın mükemmel çalışması diğer tarafın ise pasif kalmasından meydana gelmiştir. Şeytan ve avaneleri mükemmel çalışmalarının neticesi bu başarıyı elde etmişlerdir. Biz Müslüman’ız diyenler ise, Delilsiz hareket etmekle bananecil ikle, Samimiyet sizlik ve laçkalıkla meydanı karşı tarafa terk etmişlerdir.

Oysa Allah’u Azze ve Celle, şeytanın hile ve tuzağının zayıf oyduğunu bildiriyo r. Peki o zaman bizim “ Kur-an ve Sünnet “ e olan bağlılığımızın şeytanın hilesinde n daha zayıf olduğu meydana çıkmıyor mu? Elbette ki çıkmıştır.

Mevzuyu uzatmadan biz en son olarak Allah’u Azze ve Celle den onun yolunda delille hareket eden kullar olmamızı niyaz ediyor ve Allah’u Azze ve Cellenin konu ile alakalı şu mesajını hatırlatmak istiyoruz .

“ (Ey İnsanlar) Rabbinizd en size indirilen (Kitap ve Sünnete ) uyun Onun dışındakileri dostlar edinip de onlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz “

( ARAF. 3. Ayet )

“ İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun, ondan başka yollara uymayın. Aksi halde sizi onun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etmiştir. “

( EN’AM. 153. Ayet )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder